3 Ekim 2009 Cumartesi

Dünyanın üç farklı yerinde üç farklı kadın aynı şeye ağlıyordu. Hiçbiri bir diğerinin acısına erişemezdi. Şimdi sana seni anlatmaya çalışsan sanırım başaramam. Soğuk geliyor yatağım, baktığım aynalarda kendimi değil seni görüyorum. Sığmıyor yaşadığım acı hiçbir geceye, sığmıyor ellerim delinmiş ceplerine. Düştüm, aşkın en yüksek tepelerinden nefretin ayaklarına. Kapıyı açtım çekip gidebilmek için, sonra seni içeri alıp sürgüyü çektim. Bir piyon gibi sürüklendin sen bir o yana bir bu yana. Çirkin çocuklar girdi rüyalarıma, vücuduma yansıyan suretlerini silip atmak istedim. Hareketsiz kaldım sıkıştığım kuyuda. Uzanıp tutmak istedim evinin yırtık perdesini. Defalarca yürüdüm aynı sokakta, yüzüme her çarpışında o kapı kendimden daha çok nefret ettim. Arkamda ölü insanlar bıraktım. Şimdi çıkıp gelsen, yine sen varken çalsa o şarkı. Tek kişilik koltuğa iki kişi sığmaya çalışsak. Kapanan göz kapaklarımızın arasına iğne koyarak açık tutmaya çalışsak. Sarıldığımda bedeninin içinden diğer tarafına geçsem, sen benim diğer yarım olsan. İsmini duymayalı aynı evin içinde asırlar oldu sanki, sesini duymayalı. Yanakları pembe olan, sarışın bir adam girse dünyamıza, biz yine insanlara yeni hayatlar yüklesek. Belki de yalanlar söylüyorsun kendine, öldüğüme inanıyorsun belki de... Uzanabileceğin kadar yakınında olmam canını acıtıyor belki de... Sen gizlemeyi iyi becerirsin, tıpkı acizliği örtmeyi bildiğin gibi. Artık ağlamıyorum beni gören birileri varken, güçlü görünmeye çalışıyorum tıpkı öğütlediğin gibi. Yeni yollara gireceğiz zamanı geldiğinde. Hep bir iz taşıyacaksın benden, hep bir iz taşıyacağım senden. Belki de gerçekten öldük, özlediğin tene dokunamamaksa ölüm. Aylar geçecek sonra dönüp bakacağım arkama ve bana kalan sadece ölü çocuklarımız olacak. Beni kalbinden sildiğin an yatağındaki tek kadın ben olacağım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder