22 Ağustos 2009 Cumartesi

''Sevgi ne zamana kadar'' dedi bir kadın,
''yatağından onun kokusu gidene kadar'' dedi diğeri...

21 Ağustos 2009 Cuma

Adam usulca yaklaştı kadına ve ''merhaba'' dedi. Kadın ürkek bir şekilde ''şuan binlerce kilometre uzaktaki bir adamın yüzü için üzülüyorum'' dedi. Adam ''benim binlerce kilometre uzaktaki kadınımın yüzü aklımda bile değil'' dedi. Kadın aşağılayarak baktı adama. İçinde bir yerlerde onun kadınının yüzü vardı, masum, habersiz, sevecen, mutsuz ama herşeye rağmen kalbinden sevgi eksik omayan bir kadının yüzü. Çok tanıdık geliyordu yabancı kadın. Çünkü o kadın biriktiriyordu kırıklarını pandoranın kutusunda tıpkı kendisi gibi. Düşündü, çok düşündü, adam hala yanında oturuyordu. Kadın bir içki daha söyledi ve düşünmeye devam etti. Hayat adil değildi onun düşüncelerinde. Ne çok sevmişti, ne kadar az sevilmişti...
Ölümü düşündü sonra yok olup gitmeyi. Kendini kandırdı sonra, binlerce kilometre uzaktaki adamın onu ne kadar çok sevdiğini düşünerek. Göz yaşları yavaşça dudağını ıslattı. Bu tat hayatı boyunca ona en lezzetli gelen şeydi. Biliyorduki bir kadın ağlarsa bir yerlerde başka bir kadının kalbine dokunur bu. Bu defa yanındaki adamın uzaktaki kadınının kalbine dokunmuştu. Acıyı kendi yaşıyormuşçasına hissediyordu. İliklerine kadar buz kesti sonra. Etrafına bakındı ama kimseyi göremedi. Bilmiyordu ki bu hikayedeki tüm kadınlar onu anlatıyordu...

20 Ağustos 2009 Perşembe

Bunun adı sevginin acımasız tuzağına düşmekti...
Yürüdükçe karanlıklaşıyordu yollar, çok uzağa gidemeyecektim zaten. Zaman geçti, ne kadar oldu bilmiyorum. Bir acı hissettim tam sol tarafımda. Kaçtım, Kendimi uçurumlardan attım, güzel cümleler kurup kendimi kandırdım, olmadı... Cümlelerimi eklemlerinden kırdı o adam, içimden sevgiyi alıp ceset gibi attı. Bir heykel ne kadar kayıtsızsa çevresindeki yaşananlara ben de o kadar kayıtsızdım artık. Günler geçiyordu, birşeylerin değişmesi gerekiyordu, bekliyordum, değişmiyordu. Cümlelerim canımı yakmaya başladılar, her defasında içimden çıkmak isteyip geldikleri yere geri dönen cümlelerim. Sadece bir bedende, bir ruhta saklanmak istedim, yapamadım, varolmak istedikçe en dibe battım. Renkli şekerler aldım yüzümü gizlemek için kalp şeklinde. Biriktirdiğim hislerin hiçbiri yetmiyormuş onun duygularına erişmek için, ağladım...
Gizli bir hikaye yarattım, hiç bilmedi bunu.
Hikayede seviyordu beni, hem de çok...
Güzel cümlelerimin hepsi onun ellerine dökülüyordu bir bir...
Seviyordu cümlelerimi, duymak istiyordu, susturmuyordu beni...
Birgün öldürmek istedi beni, tüm nefesimi içine çekti, beni çekti. Uzaktaydı artık, dokunamıyor, saçlarını okşayamıyordum. Ellerim duvarları delip geçti, ben ruhunu delip geçemedim o adama...

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Daha çok erken, gitmek için, yok olmak için...
O kadar güzel gün biriktirdim ki bizim için onları görmeden gitmene izin vermem.
Hem ne olacak sonra düşündün mü hiç?
Nasıl geçecek günler?
Gitme! Daha çok erken...

15 Ağustos 2009 Cumartesi

Okumayacağı bilinen birine mektup,
Çelişkili bir haldeyim. Çok iyiyken kurulan bir cümleyle en dibe çekiliyorum. Düşünceler beynimi yeni yeni yemeye başlıyor. Kiminleydim, şimdi kim oldum? Hayat diyorum, geçecek diyorum. Bazı şeyler geçmiyor, geçiremiyorum. Küçük bir ışık görsem diyorum, belki gidebileceğim yolun sonuna kadar. Birileri geliyor, birileri gidiyor, bakıyorum arkalarından. Çaresizce, hoyratça, binlerce küfür ederek. Ayıplar silindi lugatımdan. Ne kaldı, ne bitti artık farkedemiyorum. Kuşkusuz sevmedin beni, ya ben? Nasıl mı sevdim anlatayım; gittiğinde kıyafetlerine sarılıp uyuyacak kadar, işimin gücümün arasında gözümü telefona dikecek kadar, iğneleyici cümlelerine rağmen gözyaşlarımı içime akıtacak kadar ve daha nicesi kadar. Şimdi yaşıyorum, yine eskisi gibi. Sadece ben, ışığım ve sigaram. Yazılmayan şeyleri yaşamıyormuş insan, biz denedik, gördük ve öğrendik. illegal yalanlar söyledin bana, inandım, kendimi inandırdım. Sonra ruhum doydu yalanlara, gitmeye karar verdim. Giderken arkamdan bağırdın, duymamış gibi yaptım. Dönseydim geri bir filmi onuncu kez izliyormuş gibi olacaktık. Kırılacak yer kalmadı vücudumda, seninse kırıkların hep kısa sürede kendine geldi. Herşeyi verebilirdim sana, kendim dışında. Buruk yaşıyorum son günlerde, susuyorum, gülmüyorum. Ellerim bıraktığın yerde duruyor ama ben seni beklemiyorum.
Not: Edebiyat olsun diye yazılmamıştır.

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Hayatıma getirdiğin legal yalanarla uyanıyorum her sabah. Gözlerimi nereye saklayacağımı bulamıyorum ağladığımı görme diye. İki küçük çocuk olabilirdik, oynamayı öğrenebilirdik, yarım kalmamayı öğrenirdik... Yetersizlik duygusunun omuzlarıma bindirdiği yükü taşıyacak ayakarım çoktan gitmişler. Ne zaman güzel bir cümle kursam içimdeki siyah boşlukta boğuluyorum. Her gidişimde evime geri dönüyorum. Aklımın almayacağı aşklara kalkışıyorum, ben artık kendimi tanımıyorum.
Yatağım tek kişilik oldu, yeniden...

2 Ağustos 2009 Pazar

Geldiğimde huzurluydum, gülüyordum üstelik. Zamanla yürümeyi öğrendim, sonra düşmeyi, kimse tutmadı elimden. Kimi sevsem kalbi elimde kaldı. Yeni yolları vardı, başka insanları, yer edinemedim hayatlarında. Kime kendimi versem değersizliğimi hatırlattı bana, evrende bir toz olduğumu... Çok düşündüm, çok ağladım, çok yoruldum. Ben vardım, kimse yoktu odamda.

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Kumsalın güneşi doğurduğu yerde tırnağım gizli.